top of page
Search

Korona Günlerinde Aşk, Sevgi ve Cinsellik

Ne sen varsın ne de ben,

bir olmuşuz aşk elinden


Mevlana


Aşk, Sevgi ve Cinsellik…


İnsan ilişkilerinin haz ve duygusal tatmin uyandıran deneyimi...


İnsan ırkına bahşedilen bir lütuf ..


Özgün Doğamızın bize sunduğu keyif ve neşe kaynağı..


Ancak savunmasızlığa cesaret ettiğimizde, özgün potansiyelimizin ifadesi olan aşk, sevgi ve cinselliği tüm olgunluğu ile yaşayabiliriz. Yaşam enerjimizin tezahürü olan cinsellik ve aşkın, sevgi ilişkisinde olduğumuz kişi ile uzun soluklu bir ilişkide yaşanabilmesi ve sürdürülebilmesi için bedende hapsolmuş gelişimsel travmaların dönüştürülmesi gerekir. Savunmasızlık, ancak bu travmaların dönüşüp Özgün Doğamıza, Prezansımıza alan açılmasıyla mümkün olur.



Atölye çalışmalarımda aşk, sevgi ve cinselliğin tüm olgunluğu ile yaşandığı bir paralel evren hayali kurarak başlıyoruz. Bugüne kadar hiç kimse bu yaşantının nasıl bir deneyim olduğunun sorusunu sormadı. Hepimiz özümüzün derinliğinde bunun nasıl bir deneyim olduğunu biliyoruz. Tek zorlandığımız doyasıya yaşantılamak...


Aşk ile birbirimize çekiliriz. Kalkanlarımız düşer, heyecan ve bir olma hissi yaşarız. Birbirimizin içinde eririz. Bu yakınlık, doğum ve sonrasındaki anne bebek ilişkisinin simbiyotik bağını anımsatır. Aynı zamanda gelişimsel süreçte yaşanmış ve somatik olarak kaydedilmiş ihmal ve ihlâli de hatırlatır. Bir yandan sevgili ilişkisinde beslenirken diğer yandan bedende hapsolmuş geçmiş yaraların acısı hareketlenir.


Aşk ile yakınlaşan bireylerin olgun sevgi ve cinselliği yaşantılamaları için bilinçdışında hapsolmuş -Freud'un tanımı ile- çocuk ruhsallıklarının veya -Jung'un ifadesi ile- karanlıklarının esaretinden çıkmaları gerekir. Bu da ancak olgun bir ilişki yaşantısına yani bağımsız ancak bağlı ilişki şekline isyan eden, "hayır" deyip çocukça tepkisellik gösteren tarafımızı fark edip sevecenlikle eşlik etmek ile mümkün olur. Bu çocuk ruhsallığının boyunduruğunda olunduğunda, ilişkilerde diğerini duymak ve birlikte yol almak mümkün değildir. Çocukça tepinme ile kendi istediğimizi oldurtmak için diretiriz. Bu durumda tek yol, hüsrana uğramış, hırçın içsel çocuğa eşlik edip, acısını şefkatle dindirmektir. İşte o zaman travmalar metabolize olur. Özgün Doğamız, Prezansımız güçlenir. İlişkimizde yetişkin bir varoluş gösteririz. Doğamızın temelinde olan sevgi ve cinsellik ilişkimizde spontan olarak ifade bulur.


İlişkiye ve iç dünyamızda uyananlara savunmasızlık ve kabul ile eşlik ettikçe; hem öz sevgimiz hem de ilişkideki sevgi derinleşir. Cinsellik de çocukluktaki yasaklardan arınıp, özgün doğamızın otantikliği ile ifade bulur.


------


Atölye çalışmalarında aşk, sevgi ve cinselliğin tüm olgunluğu ile yaşanmasını engelleyenin ne olduğunu sanat terapisi yöntemi ile araştırdığımızda, resme dökülen semboller ve metaforlar şunlar oldu; duvar, çıkmaz sokak, kalkan, şemsiye, kaplumbağanın kabuğu, salyangoz, istiridye… Bu sembolleri anlamlandırdığımızda ise ilişkide tehdit, korku ve gerginlik uyandıran ögelerden korunmak için bunlara ihtiyaç duyulduğu ifade edildi.


Atölye çalışmasında yaptığımız deneyimsel süreçler aracılığıyla katılımcılar, çocuk ruhsallıklarının yaratmış olduğu bu savunma kalkanlarının, kırılma ve incinmeye karşı bilinçdışında da oluşturulmuş olduğunu fark ettiler. İlişkilerin nasıl yaşanacağı ile ilgili kavramsal tanımlara ve beklentilere hapsolup deneyime izin vermediklerini gördüler… Yaralanma riskine rağmen, özgün doğalarında var olan ilişkiye savunmasızlık ile girme cesareti ile temas kurdular.


Terry Real, Thomas Hubble veya Esther Perel gibi eş terapi uzmanlarının ifade ettiği gibi ilişkide bir zorluk yaşandığında ilk yapılacak şey, odağımızı ilişkiden içimize çevirmektir. Danışanlarım da olgunluk ve bilinçle yaşanan ilişkilerde, merak ve heyecan yaşanırken diğer yandan da kaygı ve korku da yaşanabileceğini özümsediler. İlişkide suistimal veya şiddet olmadığı halde korku, stres veya kaygı yaşandığında, bunun çocukluktaki travmalardan kaynaklanabileceğini kavradılar. Ve böyle bir durumda ilişkiyi terk etmek veya diğerini değiştirmeye yönelik çaba yerine, ilişkide kalıp içlerindeki korku ve kaygının kaynağını araştırıp kendi karanlıklarını dönüştürmek ile ilgili bir anlayış geliştirdiler.


Bireysel seanslarla devam eden danışanlarım ile ilişkilerde uyanan korkuları ve kaygıları beden farkındalığını da dahil ederek ele aldığımızda, danışanlarım bu duyguların çocukluklarında hissetmiş olduklarına ne kadar benzerlik taşıdığını deneyimleyerek, çocukluk yaşantısının yetişkin ilişkilerini nasıl etkilediğini fark ediyorlar. Çocukluk veya bebeklikte yaşanmış bu duygular, stres toleransı kazanıldıktan sonra o günlerde ihtiyaç duyulan ancak karşılanmamış şefkat ile ziyaret edildiğinde, ilişkide yaşanan kaygı ve korkunun kaynağına inilmiş olur. Çocukken yaşanmış ihmal veya ihlal ile oluşan savunma mekanizması ancak o zaman dönüşür. Ve o AN'daki ilişki ile ilgili gerçeği perdeleyen gelişimsel travma su yüzüne çıktığı için artık sinir sistemini tetiklemez. Göz önünden arka plana, ait olduğu yere geçer. Bu sayede ilişki yetişkin gözü ile bir daha değerlendirilir ve ilişkiye dair nasıl bir adım ile ilişki dansına devam edileceği araştırılır. İlişki, geçmişin esaretinden kurtulur; günün ve an'ın gerçekliği ile yol alır.


Bu konuda daha fazla bilgi isterseniz:



-----


Aşk, sevgi ve cinselliği araştırırken katılımcıların dile getirdiği kazançlardan biri Çemberde olmanın ve paylaşım deneyiminin hazzı idi. Birlikte oluşturduğumuz güvenli alanda bireyler samimiyet ile iç dünyalarını görünür kıldılar. Grupta, kendini anlayıp anlaşılır bir şekilde ifade etmeye çalışmanın nasıl katkısı olduğunu paylaştılar. Düşünüp, meselenin özünde olanı anlatmanın bireysel kazanımını dillendirdiler.


Katılımcılar, Öz'lerindeki cesaret ve sevgi ile fark ettikleri engelleri aşabilme gücünü dile getirdiklerinde Mevlana’nın dizeleri aklıma geldi.. Sevgi ve Aşkınlığın gücü ile ilgili inancım yenilendi.


99 views0 comments

Recent Posts

See All
bottom of page