top of page
  • Instagram
  • Facebook
  • LinkedIn
Search

Kendi Merkezinde Olmanın Biyolojisi: Vagal Tonu Geliştirmek

Writer: AdminAdmin

Bazı günler kendimizi telaş içinde koşarken, bazı günler sele kapılmış gibi sürüklenirken, bazı günler ise patlamaya hazır birer bomba gibi hissederiz. Böyle zamanların ardından bir anda yaşadığımız bir donma ve peşi sıra gelen bir çöküntü ile devreye iç konuşmalarımız girer. Kendimizi eleştirir ve/ya çevremizi suçlarız.

Bu donma hali bazen yöneticimizin veya patronumuzun azarlayıcı ses tonundan veya eleştirisinden kaynaklanır. Bazen ekibimizdeki birinin protesto eden tavrı veya direnci de tetikleyici olabilir.

Kimi zaman da sevgilimizin ilgisizliğinden veya beden lisanından tetiklenir, kendimizi aynı durumda buluruz. Kimi zaman da işler istediğimiz gibi gitmediğinde veya kendimizden beklediğimiz performansı göstermediğimizde...

Bunun yanı sıra bir de kendimizi merkezimizde hissettiğimiz zamanlar olur. İşte o günlerde kendi gücümüzü; kişisel potansiyelimizin harekete geçmeye her an hazır olduğunu; çevrenizdekilerle temasta olmanın hazzını; doğanın güzelliğini; bedenimizin hem rahat hem de uyanık olduğunu ve nerede ise 360 derece çevremizi taradığını; zihnimizin berrak ve odaklanmaya hazır olduğunu hissederiz.

Bu gibi günlerde bize ne hissettiğimizi sorsalar; dinginlik, mutluluk, huzur, sağlamlık ve özgüven cevapları verebiliriz. Bir yandan yere sağlam basıp bir ağaç gibi toprağa köklendiğimizi diğer yandan bir bambu gibi esnediğimizi deneyimleriz.

Bu halimizde bir zorlukla karşılaştığımızda beden ve zihnimizin gücünün devreye girdiğini, önümüzdeki zorluğu çözmeye odaklandığını ve zorluk çözüldüğünde de beden ve zihnin tatlı bir rehavet yaşadığını gözlemleriz. İşte bu varoluş haline “kendi merkezinde olmak” diyoruz.

“Kendi merkezinde olmanın” ne uzmanlık derecemizle, ne bilgimizle, ne de pozisyonumuz ile ilgisi vardır. Bu tamamen biyolojimiz ile ilgilidir.

Polivagal Teorinin yaratıcısı Porges, stres ile nasıl başa çıktığımızın temelinde, tüm bedenden geçen uzun ve kompleks vagus sinirinin biyolojisi olduğunu söyler. Vagus sinirimizin tonu ne kadar gelişmişse; stres geçtikten sonra, stresin vücutta yarattığı kalp çarpıntısı, mide kasılması, hızlı ve kısa aralıklarla nefes almak gibi biolojik etkilerin sakinleşip, vücudun gevşeme moduna geçmesi o kadar kolaylaşır. Vagal tonumuz arttıkça iş yerinde kendi uzmanlığımızı, bilgimizi ortaya koyabilir, ilişkilerimizde sağduyulu davranabilir, kendi sağlam duruşumuzu deneyimleyebiliriz.

Neden merkezimizden kayarız?

Porges, bedenin güvenlik radarı olarak tanımladığı, bizim altıncı his olarak tercüme edebileceğimiz "neuroception" diye bir kavramdan bahseder. Neuroception, zihnin algı öncesinde beliren ve farkında olmadığımız somatik ipuçları olarak tanımlanır.

Neuroception veya altıncı hissi en güçlü deneyimlediğimiz ortamlara örnek olarak; gece karanlık ve ıssız bir yerde, bedenimizin tüm duyarlılığını kullanarak 360 derece çevremizi taradığı zamanlar, verilebilir.

Böyle bir gece karanlığında, mesleğimizden dolayı bedenimizde bu somatik ipuçlarını okumaya eğitimli olan bir arkadaşımla yürürken ikimiz de karnımızda garip bir kasılma hissettiğimizi paylaşırken bulduk kendimizi. Bunu dile döktüğümüzde arkadan gelen bir adam ile ilgili olduğunu fark ettik. Bu paylaşımı yaptığımızda kalbimin normalden daha hızlı attığını ve nefesimin sıklaştığını farkettim. Bu da bedenimin kaç veya savaş moduna geçtiğinin ve biolojik olarak sempatetik sistemin aktive olduğunun işaretiydi. Biz arkamızdan gelen adamın muhtemel bir tehlike taşıyabileceğini düşünerek ve konuştuğumuz için bilinçli olarak, savunma sistemimizi devreye koyarak, yönümüzü değiştirdik. Şehrin daha aydınlık bir sokağına geldiğimizde nefesimiz rahatlamış, bedenimiz gevşemişti. Parasempatetik sinir sistemimiz devreye girmişti yani tekrar güvendeydik ve merkezimizdeydik.

Bu süreç boyunca her ikimiz de merkezimizdeydik. Her ikimizin de bedeni ve zihni uyanıktı. Zihin, somatik ipuçlarını algıladı. Beden ise; önce muhtemel bir fiziksel tehlikeye karşı harekete geçmiş olan sempatetik sistemin uyarılarına yanıt vermeye hazır hale geldi, sonra da kendi varlığını savunmak için gereken hareketi tamamladı - yani yönümüzü değiştirdik. Güvenli bir yere geçtiğimizde olayı gözden geçirip birbirimizle şakalaşmaya geçtik. Porges'in dediği gibi güvenli ilişkimiz aracılığı ile ventral vagus sinir sistemi devreye girmişti.

Eğer somatik ipuçlarını yâni karında olan kasılmayı algılamayıp devam etseydik ve farkındalığımız düşük olsaydı, kalbimin hızlı attığını ve nefesimin sıklaştığını da es geçebilirdim. Biyolojimdeki bu hareketlenme sesimin tizleşmesine sebep olabilir ve hızlı yürüme olarak davranışlarıma yansıyabilirdi. Hatta arkadaşıma, söylediği basit bir şey için sinir olmaya başladığımı hissedip, onunla tartışmaya girebilirdim.

Eğer yanımda arkadaşım olmasaydı endişe seviyem daha da artabilir, sempatetik sinir sistemine esir düşebilirdim. Zihinin bilinçli savunma mekanizması hepten devreden çıkabilirdi. Nereden geldiğini bilmediğim bir koşma isteği ile koşabilir veya çevreme bakıp, arkamdaki adamı görüp üstüne yürüyebilirdim. Veya arkamdaki adamı farkedip donabilirdim.

Adamın hayatıma kestedebileceğini algıladığımda ise evrimsel olarak sürüngenlerden miras aldığım biyolojik savunma sistemi olan ölü taklidi yapma, insan türünde is bayılma olarak görülen istemsiz davranışı sergileyebilirdim.

Porges'e göre bu savunma sistemi ancak ciddi bir hayati tehlike karşısında, "dorsal vegal pathway" bedenin arkasından geçen sinir demetinin aktif olması ile bedenin kendiliğinden ortaya koyduğu biyolojik bir reaksiyonudur. Bu reaksiyon ortaya çıktığında ise yeniden merkeze gelmek için sempatetik sistemin yani kaç/savaş tepkisinin devreye girmesi gerekir, ancak ondan sonra bedenin gevşeme hali olan parasempatetik sinir sistemi devreye girebilir. Yani tehlike karşısında bayılma yaşayan bir kişinin o şoktan toparlanması için bedenin kendine gelip koşması veya farklı bir fiziksel boşalım yaşaması gerekir ki stresi sisteminden atabilsin.

Memelilerin tehlike anında tetiklenen sinir sistemlerini teskin eden ve biz insanların merkezinde olmalarına yardımcı olan en büyük kaynakları insan temasıdır. Gece karanlığında yaşadığımız mide kasılması ve bunu birbirimize bakıp dile getirmemiz bizim sakin kalıp duruma uygun savunma davranışını ortaya koymamıza yardımcı oldu. Aynı anne-bebek ilişkisinde olduğu gibi, annenin ağlayan bebeğine bakıp sakin bir ses tonu ile konuşması ve onu kucağına alması, bebeğin gerilen bedeni nasıl sakinleşiyor ise yetişkinlerde de aynı gevşeme göz göze bakarak, yumuşak bir ses tonu veya güvenli bir dokunuş ile de gerçekleşebiliyor.

Porges, bireyin kendini merkezinde hissetmesinin kaynağında, güven ilişkilerinin olduğuna dikkat çeker. Birey stres altında olduğunda diğer bir deyişle sempatetik sistemi tetiklendiğinde, bu kişi için merkezde kalmayı kolaylaştıran en önemli etkenin, yakın ilişkilerinde kendini güvende hissedip, gevşeyebilmesidir. Bu da ancak vagal tonunu güçlü kişilerde mümkündür.

Vagal Ton Nasıl Güçlendirilir?

Porges, Vagal tonu güçlendirmek için şu aktiviteleri önerir; yoga, müzik dinlemek, şarkı söylemek, meditasyon yapmak, gün içinde durup bir an sesiz kalıp nefes almak.

Vagal tonu güçlendirmek için bireyin beden farkındalığını geliştirip, bedenindeki duygulanımlara kulak vererek, bu lisanı anlamaya odaklanması gerekir. Beden ile kurulan bu ilişki sayesinde, kişi tetiklendiğinde kendini nasıl sakinleştirebileceğini öğrenir. Neuroception ile yakalanan ipuçları, sakinlik ile ele alındığında, zihin ve bedenin entegrasyonu mümkün oluyor. Ben de bu çerçevede çalışarak, beden psikoterapi seanslarımda bedenin bilgeliğini devreye sokmak üzerine odaklanıyorum. Bu temelden yola çıkarak danışanlarım kendi merkezlerinden hareket etmeyi deneyimliyorlar. Bu sayede spontan, çevik ve yaratıcı çözümler sunma yetileri arttırıyor ve çevrelerinde olanlar ile ilgili sağduyulu yanıtlar verebiliyorlar.


 
 
 
bottom of page