Danışanlarım, eş veya sevgili ilişkilerinde yalnızlık yaşadıklarını söylediklerinde onlara yalnızlığı nasıl deneyimlediklerini soruyorum... Kimisi yalnızlığı bir terk edilme, dışarıda bırakılma, reddedilme olarak yaşıyor; kimisi “kimsesizlik” olarak... Kimisi için bir mahrumiyet, ıssızlık ve çöl gibi; kimisi için ölüm...
Kısacası herkesin yalnızlığı yaşama şekli kendine has.
Yalnızlığın nasıl deneyimlendiği, gelişim sürecinde anne/babalar ve bakım verenler ile kurulmuş olan ilişkilere dayanır. Anne/baba ve bakım verenler ile güvenli ilişki kurmuş olan bireyler, yalnızlıklarını deneyimlediklerinde bu hali, dinginlik, sükunet, kendi yoluna gitme vb. olarak ifade ederler. Diğer bir ifade ile; tek başınalıklarını hissettiklerinde kendi özgürlüklerini ve varoluşlarını deneyimlerler.
İlişki içinde ise hem kendi bireyselliklerinin ve otonomilerinin farkındadırlar, hem de diğerinin. İlişkide hem bir başına olabilir, hem de ilişkinin ritmine ayak uydurup harmoni içinde rezone edebilirler. Böylece hem bağımsızlığı, hem de bağlılığı deneyimlerler...
Yakınlık hissettiklerinde, ilişkide oldukları insanlarla temas kurmak doğal ve spontandır. Özlem duyduklarında inisiyatif alıp, iletişime geçerler. Bu girişimleri karşılıksız kaldığında hayal kırıklığı yaşasalar da kendilerini çabucak rahatlatırlar. Hayal kırıklıkları ile baş etme becerileri gelişmiştir. Kendilerine sevecen bir ebeveyn gibi yaklaşıp, yaşamış oldukları gönül kırıklığına merhem olurlar. Kendi başlarına olduklarında da hem o içsel sessizliğe izin verebilir hem de kişisel ihtiyaçları doğrultusunda aksiyon alabilirler. Kendilerini mutlu edecek ve tatmin duygusu uyandıracak faaliyetlere doğru, doğal olarak çekim duyarlar. Kısacası kendilerine eşlik edebilirler. Bu akış içinde zorluk yaşadıklarında da kendilerine şefkat ve sevgi ile yaklaşırlar. Kendi kendilerinin dostudurlar.
Ancak eğer birey gelişim sürecinde travma deneyimi geçirmiş ise, yani şok edici bir deneyimi çok küçük yaşta ve desteksiz yaşamış ise onun için yalnızlık bunaltıcı olabilir. Zira her yalnız kaldığında, farkında olmadan kendini geçmişte yaşamış olduğu travmatik deneyimin içinde bulur. Ve o travmatik deneyim sırasında yaşanmış olan duygusal ve bedensel duygulanım tetiklenir. Her yalnızlık algısı içinde yükseldiğinde; birey kendini travmatik deneyimin somatik izdüşümününün içinde bulabilir.
Bunaltıcı yalnızlık, gelişim sürecinde sadece beslenme ve barınma ihtiyaçlarının karşılandığı ancak tensel ve duygusal temas kurma konusunda yetersiz kalındığında da yaşanabilir. Bebek ve çocuğun sinir sisteminin gelişmesi, anne veya bakan kişinin gerektiğinde kucaklamasına, ses veya göz teması ile sakinleştirmesine bağlıdır. Yetişkin anne/baba/bakıcı, bebek veya çocuğun ihtiyaç duyduğu kadar oyun oynayıp sinir sistemini uyardığında, korktuğu zamanlarda sakinleştirebildiğinde bebeğin ya da çocuğun sinir sisteminin sağlıklı gelişmesine katkıda bulunur.
Bu desteği gerektiği gibi alamayan ve ihtiyaç duyduğunda ağlayarak dikkat çekme gayretine rağmen yalnız bırakılan bebek/çocuk, bedeninde bu deneyimin duygulanımını taşır. Bu duygulanım dönüştürülmediği sürece, beden hafızası olarak bireyin bilinç altında tüm hayatı boyunca devam eder. Buna literatürde “Somatik Hikaye” (Somatic Narrative) deniyor. Birey yetişkinliğinde yalnızlık yaşadığında, aynı çocukluğunda yaşamış olduğu yalnızlık deneyimi tetiklenir. Somatik hikayesini yeniden, yeniden yaşar.
İlişkilerinde yalnızlık yaşadığında; güvenli bağlanma yaşamış olan bir kimse gibi yakınlarından destek alabilecek durumda değildir. Zira kendi bebek/çocukluğunda deneyimlemiş olduğu yalnızlık ve somatik hikayesi tetiklenmiştir. O yaştaki çaresizlik, öfke veya bunalmayı yeniden deneyimler. Adeta o yaştaki duygulanımının esiri olur. Sağduyu devreden çıkar.
Peki bu onun kaderi mi olur?
Eğer bilinçli ve somatik içsel bir çalışma yapılmaz ise bu kişinin kaderi olabilir. Bunu bir “yazgı” halinden çıkarmanın yolu bu konuda yapılacak dönüşümsel bir çalışmadır. Nörobilimsel araştırmaların da söylediği gibi bireyin, deneyimli bir somatik psikoterapi uzmanı ile yapacağı mindfulness (bilinçli dikkat) çalışması ile kendi somatik hikayesini değiştirmesi mümkündür.
Bu dönüşümsel yolculukta birey, ilk önce bedeninin duygulanımlarını fark eder ve somatik psikoterapi uzmanının eşliğiyle bedeninin içsel lisanını keşfeder. Bu sayede ne zaman tetiklenme yaşadığı ve nasıl kendini sakinleştirebileceğini anlar. Böylece travmanın ve ihmalin neden olduğu “Kaç-Savaş-Don” (Fight - Flight - Freeze) ve çökme gibi biyolojik tepkiler yerine, tetiklenme anında sağduyulu ve merkezlenmiş bir duruşa bilinçli olarak geçebilir. Bu merkezlenme becerisi geliştiğinde de bedenin kendi dönüşümsel kaynağının devreye girmesi ile daha derin bir somatik çalışma ile ilerlenir. Aynı yaraların nefes aldığında kendi kendine iyileşmesi gibi, geçmiş deneyimlerden oluşmuş içsel incinmeler de verilen bilinçli dikkat sayesinde iyileşir. Ve “Somatik Hikaye” bu şekilde üzerinde çalışıldıkça dönüşür. Özgün varoluşumuzun temelinde olan “tek başınalık”, artık olumsuz bir yazgının ötesine geçerek içsel özgürlük olarak deneyimlenir.